Yazılarım ve Ufak tefek şeyler

  

HAYALİ BİR ÜLKE: YİKARE ÜLKESİ
Kraliyet Sarayı'nın Bahçesi
Kraliyet sarayı dört katlı olmasına karşın muazzam bir büyüklükteydi. Duvarların hafif ,açık yavruağzımsı rengini altın ve gümüş işlemeler süslüyordu. Parlayan pencerelerinden ise kendinizi çok net bir şekilde görebiliyordunuz. Hepsi birer ayna gibiydi. Bazen güneş pencerenin camına yansıdığında camlar öyle bir parlardı ki oraya bakamazdınız bile. Balkonları rengarenk çiçekler süslüyordu. Sümbüller, laleler, menekşeler, orkideler, yediveren gülleri ve küçük fidanlar... Her balkon adeta küçük bir botanik bahçesiydi. O görkemli kocaman kapı ise giriş kapısıydı. Metalik renkliydi, altı nöbetçi tarafından korunuyordu ve muhteşem görünüyordu. Bahçesi ise... Hayatınızda başaka bir yerde bunun kadar güzel bir bahçe göremezdiniz.Şekil verilmiş selviler giriş yolunuzu süslüyordu. Etrafta üstü meyve dolu çeşit çeşit meyve ağaçları vardı. Bahçenin öbür ucunda duran yapay şelale ise gümbür gümbür akıyor ve ve yine yapay olan bir gölete dökülüyordu. Bu gölet daha sonra kollara ayrılıyor, bu kollar hem ağaçları ve çiçekleri suluyor, hem de etrafa dayanılmaz bir güzellik veriyordu.Çiçekler zaten bahçenin baş tacıydı. Balkonlarda olduğu gibi muhteşemlerdi, ayrıca burda çok daha fazla çiçek vardı. Kırmızı, pembe, mavi, sarı, turuncu, yeşil, mor beyaz...  Her renkten her çeşit çiçek vardı ve etrafı harika, muhteşem -artık başka ne diyebilirseniz- mükemmel gösteriyorlardı. Sarayın dışı böyle olduğuna göre, içi hangi harikalarla doluydu kim bilir?
                                                                                    YASEMİN GÜNİNDİ

*********************************************************

ŞUBAT TATİLİNİN ÖLÜMÜ

Başlık garip mi geldi yoksa? Merak etmeyin, size sıradan bir öykü anlatmıyacağım.Size şubat tatilinin ÖLÜMÜNÜ anlatacağım. Ama ilk olarak rahmetliyi tanıyalım:
İsmi Şubat soyadı Tatili'ydi. Ama 15 diyenler, yarıyıl diyenler de olurdu. Ayrıca çok da iyi kalpli, akıllıydı. Ancak bir gün... Bir gün yine okula geliyordu. Ama zorlu yollardan geçmeliydi. İlk başta Sınav Dağı'nı geçmesi gerekiyordu. Zor da olsa geçti buradan.  Zaten zirveye vardı mı, gerisi kolaydı. Sonra Kitap Çölü. Arada yılanlarla karşılaşsa da, buradan da geçti.Tek bir yer kalmıştı: Ödev Ormanı... İşte burada asıl macera başladı. Önce bir ordu gördü. Bu ordu Performans Ödevi Ordusu'ydu. Bu orduyla savaştı, yendi.Ama sonra... Tekrar bir ordu gördü: Tatil Ödevleri Ordusu. Bunlar özellikle öğretmenler tarafından güçlendirilmişti. Ve Şubat Tatili yenik düştü. Ağır yaralıydı. Hastaneye kaldırıldı ama kurtarılamadı.    
                                                                                                 YASEMİN GÜNİNDİ
************************************************************

SUÇLULAR EĞİTİLMELİDİR!!!!

Biz, okulda bu konu hakkında bir münazara yaptık. Suçlular eğitilmeli midir, yoksa cezalandırılmalı mıdır diye. Fakat bizim tarafımızda -eğitilmelidir- araştırmak için kaynak o kadar azdı ki! Başka bulamayanlar için, sizle bizim bulduklarımızı paylaşayım istedim. Bu arada biz kazandık münazarayı. Neyse, işte bulduklarımız:

Buna göre eğitim seviyesi düştükçe hırsızlık, rüşvet, dolandırıcılık, sahtecilik gibi ekonomik suçlara girme olasılığı artıyor. Ayrıca araştırma ekonomik krizler ile ekonomik suçlar arasında da ilişkiyi ortaya çıkardı. 
"Eğitim ve Ekonomik Suç İlişkisi Türkiye İçin Bir Değerlendirme" başlıklı bildiri ile Türkiye'deki hükümlülerin, eğitim, yaş, cinsiyet ve mesleğe göre ekonomik suç ilişkilerine yönelik profilini çıkardı. İktisat Fakültesi İktisat Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Güler Günsoy ve Çalışma Ekonomisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Seda Tekeli'nin, "Eğitim ve Ekonomik Suç İlişkisi: Türkiye İçin Bir Değerlendirme" başlıklı bildirisi, 25 Haziran'da İtalya'nın Roma kentinde, "Uluslararası Eğitimde Yeni Yaklaşımlar" konulu konferansta sunuldu. 
Ekonomik suç oranı en 
fazla ilkokul mezunlarında
Araştırmaya göre ortaya çıkan sonuç çarpıcı gerçeklere de dikkat çekti. Buna göre;
1. Ekonomik suçluluğun, düşük eğitim düzeyinin bir sonucu olduğu ortaya çıktı.
2. Araştırmanın bulguları eğitim düzeyine göre suç işleme oranı değerlendirildiğinde, ilkokul mezunlarında, hükümlü sayısının çok daha fazla olduğu anlaşıldı.
3. Ekonomik suçluların yüzde 61’ini ilkokul düzeyinde eğitime sahip olan bireyler oluşturuyor.
4. Yükseköğretim mezunları arasında ise ekonomik suç işleyenlerin oranı yüzde 3,4 ile oldukça düşük bir düzeye sahip. 
5. Araştırma kapsamında hükümlülerin en çok işledikleri ekonomik suçların başında hırsızlık, dolandırıcılık ile rüşvet ve sahteciliğin geliyor. 
6. Ele alınan dönem itibariyle hırsızlık suçundan hükümlü olanların yüzde 73’ünü ilkokul/ilköğretim mezunu bireyler oluşturuyor.
7. Ancak zimmet suçu nedeniyle hükümlü olanlar eğitim düzeyine göre analiz edildiğinde, farklı sonuçlara ulaşılıyor. Zimmet suçundan hükümlü olanların, yüzde 38’ini lise ve dengi meslek okulu mezunları oluştururken; yüzde 31,5’ini ise ilkokul/ilköğretim mezunları oluşturuyor.
·         tabii ki eğitim.... ama adam gibi eğitim. eğitimin yanında ahlak kuralları ve görgü kuralları da tabii ki.. ceza insanı bazı şeylerden uzaklaştırır ama buna bağlı olarak da korkak ve pısırık bir toplum oluşturur.. ama eğitimin halledemediği konularda da tamamen caydırıcı ağır cezaların uygulanmasında da fayda vardır... 

·         Sadece yüzeysel eğitim vermek yerine konuları öğretmenin yanı sıra insanlara ahlaki değerleri ve görgü kurallarını da işleyebilirsek cezaya çokta fazla başvurmamız gerekmeyecektir... 

·         Medeni olmanın yolu kesinlikle eğitimden geçiyor, ama doğru eğitimden... 


·         Gelişme ve sanayileşmeye paralel olarak özellikle kentlerde suç işleme oranları artış göstermekte, suç işleyenler arasında çocuk ve gençlerin oranında bir artış görülmektedir. Örneğin, ABD'de yalnız 1960-1970 yılları arasında saldın ve şiddet olaylarında % 159, mala yönelik suçlarda % 75 artış olmuştur. Ayrıca, ABD'de yılda iki milyon gencin evlerinden kaçtığı saptanmıştır. Özellikle gelişmiş ülkelerde kızlar arasında da suça eğilim kaygı verici bir hızla artmaktadır. Ayrıca polis kayıtlarına girmeyen çocuk ve gençlik suçlarını da dikkate alırsak çocuk ve gençleri suça iten nedenlerin incelenerek koruyucu tedbirlerin alınması önemli hale gelmektedir.
Küçük yaşlarda tüm çocuklar ufak tefek suçlar işlerler. Hatta bazı uzmanlara göre, her çocuk kendisini yenebilecek suçluluk dürtülerine sahiptir; aslında suçluluk kategorisine girdiği halde, önemsiz sayılan küçük suçları işlemeyen hiç kimse yoktur. Ancak bu küçük suçları işleyen çocukların gelecekte de suç işleyecekleri, suçlu olacakları anlamına gelmez. Gelişim süreci içinde çocukların büyük bir bölümü toplumsallaşmada ve çevreye uyumda dengeyi sağlayacaklardır.
Çocuklar, hangi kurallara neden uyulacağını yeterince algılayamazlar, çünkü henüz a-sosyal'dirler, toplumsallaşma süreci tamamlanmamıştır. Çoğunlukla yetişkinler, onlara uyulacak kuralları nedenleriyle anlatmazlar. Aslında kurallar da onların doğal dürtüleriyle çelişmektedir. Ergenlik dönemindeyse, suça yönelten etkenler, hızlı bir bedensel ve ruhsal değişimden, kalıtsal nedenlerden, zekâ potansiyelinin sınırlılığından kaynaklanacağı gibi, çocukluk evresine dek uzanan yanlış eğitim ve yetersiz sevgi kökenli de olabilir. Değişen değer yargıları, ahlak ve sanayileşme, göçler, ekonomik bunalımlar gibi sosyo-ekonomik kaynaklı nedenler de ergeni suça iten etkenler arasında sayılabilir.


 Hiçbir ceza sistemi suçları bitiremez. Cezalar çoğunlukla gereksizdir.Güç ve zaman kaybıdır. Nedense bu ''kötülüğe karşı'' olan herkes suça karşı kötülüğü yani cezayı tek çıkar yol olarak görüyor. Bu sizce de fazla çelişkili değil mi?
Kurbanla empati yapıp acıyarak, suçluya en acımasız en acı verici cezayı düşünürken nedense kimse suçlu ile empati yapamıyor.
Suçluları gerçekten sandığımız nedenlerden mi cezalandırıyoruz? (ateist forum)
Bir hikaye vardır, çoğunuz belki duymuşsunuzdur bu hikayeyi. Bir gün eczacı küçük bir çocuğu eczaneden çaldığı ilaçlarla yakalar. Eczacı, çocuğa bunlarla ne yapacağını sorar.
Çocuk dürüsttür. Annem için. Çok hasta, doktor ilaç gerekli olduğunu söyledi. Paramız yoktu, ne yapacağımı bilemedim ve çalmaya karar verdim." diye cevaplar eczacının sorusunu. Sizce bu çocuğun cezalandırılması mı gerekir yoksa çalmaması, yardım istemesi gerektiğinin öğretilmesi mi?

Bir suça verilecek hapis cezası, o suçun işlenme oranını, şehvetini, çekiciliğini arttırır. Cezasını çekip, özgürlüğe kavuşan biri, inanın en başından beri özgür olan bir kişiden suç işleme konusunda daha profesyonel, daha isteklidir. Çektiği cezayı kariyerinin bir parçası olarak görür. (ateist forum)

Cezalandıran insan intikam duygusuyla hareket eder yani ceza bir intikam alma yoludur. Fakat adalet intikam alan değil intikamı ortadan kaldırandır.
 "Suç önlemede yeni bir çalışma daha yürütülüyor. Çalışma kapsamında suçların önüne geçmek amacıyla ahlak eğitimi verilecek. 'Sosyal Ahlak Merkezli Değerler Eğitimi Projesi' kapsamında suçlara karşı toplumsal duyarlılığın geliştirilmesi hedefleniyor.". Gördüğünüz gibi bunun gibi daha nice haberlerde eğitimle suçun önlenmesi planlanıyor. Çağdaş ülkeler artık cezanın değil, eğitimin suçu önlediği  planlar yapıyor.

Okul öncesindeki ödül ceza yöntemi doğru mu yani davranış geliştirmek için sticker, oyuncak ya da balon vs. gibi şeyler ile teşvik etmek veya tam tersi disiplin sağalmak adına ceza minderi, sandalyesinde bekletme gibi. Pedagoglar bu tür şeylerin çocukta duygusal zarara yol açabileceğini veya ödüle cezaya davranış değişikliği olur çocuk koşullanır ve o davranış doğru olduğu için değil de sadece ödül için yada cezadan kaçmak için uygular diyor.

Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği (PDR) Genel Başkanı Tuncay Ergene, ceza yoluyla bireylere yeni bir davranış eklenemeyeceğini belirterek, "Cezaya günlük yaşantıda çok sık başvuruluyor, fiziksel ve duygusal cezalar çocuk istismarını beraberinde getiriyor" dedi.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder